21 Ocak 2012 Cumartesi

Talip APAYDIN / Karanlığın Kuvveti

(Talip APAYDIN'IN 1967 yılında yayımlanan ''Karanlığın
Kuvveti'' adli kitabında yer alan anısı)


İşte öykü:

Kurban bayramı tam kışın ortasına rastlıyordu.
O günler bir soğuktu, bir soğuktu...
Kar, fırtına, tipi... Eskişehir ortalarında papaz
harmanı savruluyordu. Göz gözü görmüyordu
dışarılarda. Sular donmuştu hep.
Seydi Suyu iri buz parçaları akıtıyordu. Santral
kanalı kapandığından, elektriklerimiz kaç gündür
doğru dürüst yanmıyordu. Akşam seminerlerinde kitap
okuyamıyorduk, ders çalışamıyorduk. Lambalar
ikide bir usulca sönüveriyordu. Dersliklerimizde
pelerinlerimizle oturuyorduk da, gene de ısınamıyorduk.
Musluklarımızdan su akmıyordu. Ellerimizi yüzlerimizi
yıkamak için dere kıyısına gidiyorduk. İçme suyumuz yoktu.
Üç gün bayram iznimiz vardı, ama bu soğukta nereye
gidecektik? Köyü yakın olanlar gitti ancak. Bayram
sabahı kampana çaldı. Dışarıda toplanılacak dediler.
Başımızı gözümüzü sararak, büzülerek çıktık.
Müdürümüz Rauf İnan merdivende bizi bekliyordu.
Üstünde palto bile yoktu. Ellerini arkasına
bağlamıştı. Boz urbaları içinde, yağsız çehresiyle
bir heykel gibiydi. Savrulan karlardan gözlerini
kırpıştırıyordu.

O halini görünce usulca pelerinlerimizin yakalarını
indirdik. Ellerimizi cebimizden çıkardık.
"Arkadaşlar !" diye başladı. Bir canlıydı sesi, bir
heybetliydi. Önce yılgınlık psikolojisinin zararlarını
anlattı. Korkan insanın muhakkak yenileceğini ve
korktuğuna uğrayacağını söyledi. Bu hava soğuk evet,
fakat siz isterseniz üşümezsiniz, dedi. Olduğumuz yerde
birkaç kez sıçramamızı ve kuvvetli tepinmemizi istedi.
Dediğini yaptık. Birden ısınmıştık sanki. Hoşumuza gitmişti.
Bugün bayram, dedi. Şimdi birbirimizi tebrik edeceğiz.
Sonra yapacağımız iki iş var: Ya tekrar içeri girip
sıralara büzülmek, mıymıntı mıymıntı oturmak, bu
üç günü böyle faydasız, hatta zararlı geçirmek, can
sıkıntısından patlamak. Boşuna içlenmek. Üstelik üşümek.
Yahut da kazmayı, küreği alıp, santral kanalını
temizlemeye gitmek.
Emin olun gidenler, kalanlar kadar üşümeyecektir.
Çünkü inanarak çalışan insan ne soğukta üşür, ne
sıcakta yanar.
O; yücelten, dirilten, kuvvetli kılan bir heyecan içinde
her türlü
güçlüğün üstüne çıkmıştır... Onu hiçbir
karşı kuvvet yolundan alıkoyamaz. Yeter ki bir insan
yaptığı işin gereğine inansın.
-Ben şimdi kazmamı küreğimi alıp kanala gidiyorum,
dedi. Çünkü kanal açılınca elektriklerimiz yanacak.
Elektrik yanınca okulun işleri yoluna girecek. Kitap
okuyabileceksiniz, ders çalışabileceksiniz. Sularınız
akacak, yıkanabileceksiniz.
Size şunu söylüyorum, bizim asıl bayramımız, yurdumuz
bu gerilikten, bu karanlıktan kurtulduğu gün
başlayacaktır. Şimdilik bize düşen milletçe
çalışmak, çok çalışmaktır. Parolamız şu olmalıdır:
"Bayramlarda çalışırız bayramlar için".
Ben gidiyorum. Gelmek isteyenler gelsin.
Heyecanlanmıştık, üşümemiz geçmişti.
Hepimiz geleceğiz! diye bağırmıştık.
Bayramda çalışırız bayramlar için!
Bayramda çalışırız bayramlar için!
Altı yüz kişi böyle bağırdık. Sonra da kazma
kürekleri koyduğumuz işliğe doğru bir koşuşma
başladı. İnsanların böyle canlanması, bir amaca doğru
saldırması belki sadece savaşlarda görülür.. Santral
havuzundan başlayarak onar metre arayla su kanalına dizildik.
Çıplak Hamidiye Ovası ayaz. Kırıkkız Dağı'ndan
doğru zehir gibi bir rüzgâr esiyor. Pelerinlerimizin
etekleri uçuşuyor. Kazmayı vurdukça yüzlerimize buz
parçaları fırlıyor. Bazı yerlerde kar her yeri
doldurmuş, kanal dümdüz olmuş. Nereyi kazacağız belli
değil. Müdürümüz, öğretmenlerimiz başımızda dört
dönüyorlar. Bir o yana koşuyorlar, bir bu yana. Öyle
çalışıyoruz ki, boyunlarımızdan buğu çıkıyor.
Bazen adam boyunda buz parçalarını elleyip çıkarıyoruz
kıyıya. Kimisi bağırıyor, kimisi kazmalara tempo
tutuyor. Bir gürültü gidiyor kanal boyunca.
Yeşilyurt köylüleri evlerinin önüne çıkmış, bize
bakıyorlar. Böyle çalışmamıza alışkınlar ama bayram
günü, bu soğukta nasıl donmadığımıza
şaşıyorlar. Yeşilyurtlu arkadaşımız Azmi, köyü
yakın olduğu için izinli ya! Bize evlerden bazlama ekmek
taşıyor. Köylü ekmeğini özlemişiz, aramızda
kapışıyoruz. Yukarılardan, aşağılardan ikide bir
sesler yükseliyor:
-Bayramda çalışırız bayramlar için!
Koca ova çınlıyor. Taa uzaktan Hamidiye'nin,
Mesudiye'nin köpekleri ürüyorlar. Bu kış günü böyle
seslere anlam veremiyorlar herhalde. Ayaz ovanın
ıssızlığı yırtılıyor.
O gün o kanalın yarı yerini açtık. Bir buçuk metre
derinliğinde, uzun, derin bir çukur karları yara yara
gitti. Ertesi gün taa bende kadar tamamladık. Sonra
merasimle suyu saldık. Nazlı bir gelin getirir gibi
önünden ardından yürüyerek, türküler marşlar söyleyerek
getirdik ve geç zamanda, santral havuzuna döndük, sonra
bir baktık, okulumuzun balkonuna çakılı
"Ç K E" yandı... ( Çifteler Köyü Enstitüsü ).
O zamanki sevincimizi nasıl anlatmalı? Üşümüş
ellerimiz alkıştan ısındı. "Yaşa var ol" seslerimiz
ufukları kapattı. Dünyanın en içten gelen, en coşkun
bayramı oldu belki. Hiç unutmam bir arkadaşımız kendi
ellerini öpüyordu. "Aferin ulan eller, diyordu, bu
elektriğin yanmasında senin de hissen var, yaşasın."
Sevinçten gözlerimiz yaşarmıştı. Müdürümüz bir
tümseğe çıktı. Birkaç kelimeyle başarımızı tebrik
etti. Her nokta koyuşta "sağool!" diye bağırıyorduk..
- Şimdi, dedi, depomuza su dolacak, banyoyu yakacağız.
Yıkanın ve çalışıp başarmış insanların huzuru
içinde uyuyun. İşte gördünüz, inanarak çalışan
yapar! Amacına ulaşır! Bu heyecanla çalışmaya devam
edersek, biz Türkiye'yi de yükseltebiliriz!
- Yükselteceğiz!, diye bağırdık.
-Bayramda çalışırız bayramlar için!
-Bayramda çalışırız bayramlar için!
İçeri girdik, musluklardan şarıl şarıl sular
akıyordu. Birbirimizi tebrik ediyorduk
Unutulmaz bir bayramdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder